5 Temmuz 2011 Salı

Edebiyat edepten, Burroughs edepsizlikten gelir

Yarın, yani 6 Temmuz Çarşamba günü başlıyor yazarının ahlakının, yayıncısının ve hatta çevirmeninin yargılanacağı “Yumuşak Makine” davası. Hani şu Muzır Kurulun edebi eser olarak görmediği, anlatım bütünlüğü bile olmayan “mezkûr kitap”…


Hatırlarsanız “Cut-up Üçlemesi”nin ilk kitabı Yumuşak Makine tarafımızdan Ocak ayında yayımlandıktan sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açılmıştı (şikayet üzerine değil, dikkat!) ve pek tabi ki Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu da bilirkişi raporunu hazırladı.  İşte tüm bu çalışmanın sonucu olarak yarın 09:30’da Sultanahmet Adliyesi 2. Asliye Ceza Duruşma Salonu’nda yargılanacak Burroughs ve Beat Kuşağı. Kitabın çevirmeni Süha Sertabiboğlu ve yayıncısı İrfan Sancı hakkında 3 yıla kadar hapis ve para cezası isteniyor.


Peki Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu ve Başsavcılık bize ne anlatmak istiyor?  Beat Kuşağı’nın “çocuklar için eğitici öyküler” yazmadığı ve Yumuşak Makine’nin de “çocuk kitabı” kategorisinde satılmadığı bariz. (Ki çocuklar için bir şeyler yazmış olsalardı dahi, çocuklara okutulan mevcut masalların ahlak anlayışından daha sağlıklı bir şeyler yazacakları ve elbette bu daha sağlıklı ahlak anlayışının da Muzır Kurul tarafından pek hoş karşılanmayacağı aşikâr.) Çocuk kitabı olarak dağıtılmayan bir kitabın çocukları korumak adına yargılanması da nereden çıktı?


Nereden çıktığını söyleyelim, daha önce yargılandığımız davalarda, örneğin Cinsel Kitaplar davasında, savcılık ve Muzır Kurul kitapların edebi değerinin olmadığını iddia etmişti. Bu da yasalarda geçen “bilim, kültür, sanat eserleri kapsam dışıdır” maddesini çürütmek için kullanılan bir savdı. Böyle olunca bizler de hiçbir şekilde edebi bir metni değerlendirme niteliğine sahip olmayan Kurul raporuna itiraz ediyorduk. Ama şimdi Kurulun yine aymazca ifadelerine rağmen savcılık “bunlar bu maddeden beraat ediyorlar, bir de şuradan zorlayalım” mantığı ile o çok hassas “çocukları koruma” tezine sarılıyor.


Aslında, Yumuşak Makine’nin sonraki baskılarında arka kapak yazısı olarak da yayımladığımız bilirkişi raporu bize bu kitabın yalnızca çocuklara zarar vermekle kalmadığını, dahası edebi eser falan olmadığını; amiyane bir tabirle Burroughs’un “edebiyatçı” falan sayılmayacağını, adamın daha yazmayı bilmediğini, öyle gelişigüzel anlatımlarla kitabı yazdığını söylüyordu. Kitabın okura hiçbir katkısı olamazdı Muzır Kurul’a göre. Zaten “disiplinsiz anti sosyal bir seks bağımlısı” karakter okura ne verebilirdi ki? Ayrıca yazar insanın bayağı, adi, zayıf yönlerini işliyordu. Oysa bir yazarın insanın zayıf ve bayağı yönleriyle ne gibi bir ilgisi olabilirdi ki? Kuşlar, çiçekler, böcekler, sevgi vs. varken… [Raporu ve hakkında yazılanları hatırlamak için:  http://www.selyayincilik.com/duyuru.asp?id=15 ]


Ancak Savcılık, Beat Kuşağı’nın Türk mahkemelerinde yargılandığını yazan basına biraz içerlemiş olacak ki, iddianamede yargılananın Beat Kuşağı, Burroughs yahut yazarın “yazarlığı” olmadığını ve kuşağın özelliklerini gayet iyi bildiğini söylüyor.


Bir bakalım:
“Yayınevi yetkilisinin beyanının alınmasını takiben yazılı basında konu ile ilgili haberler yapılırken; bazı köşe yazarlarının daha iddianame dahi tanzim edilmeden bu işi yapanların konuyu bilmedikleri, beat kuşağından haberleri dahi olmadığı, birkaç sözcük için soruşturma yapıldığı yönünde yazılar da yazdığı görülmüştür. 
Oysa ikinci dünya savaşı sonrası 1950’lerde ABD’de ortaya çıkan ve daha çok San Francisco, California ve New York kentlerinde bohem sanatçı toplulukları çevresinde gelişen toplumsal ve edebi hareketin üyelerinin kendilerine “beat” adını verdikleri “beatnik” adı yakıştırılan hareket yanlılarının geleneksel ya da “eski kafalı” dedikleri topluma duydukları yabancılığı sergilerken politikadan uzak kalarak toplumsal sorunlarla ilgilenmedikleri, uyuşturucu, caz müziği, cinsellik ya da Zen Budacılık yoluyla yoğun bir duyumsal uyanışa vararak kişisel kurtuluşu, arınmayı ve aydınlanmayı savundukları birçok kişi tarafından bilinmektedir. Yazar bu kuşağın önde gelen üyelerinden bir tanesidir. 
Yazarın “Yumuşak Makine” adlı eserinde mensubu olduğu her türlü özgürlüğü savunan akımın bir parçası olarak birçok tabuyu yıktığı, sonsuz bir özgürlüğü amaçladığı anlaşılmaktadır.”
O zaman niye böyle bir dava açılmaktadır sorusu aklınıza gelebilir, onu da yanıtlıyor tabi ki sayın savcı, koca bir “ancak” ile hem de:
“Ancak;
Ülkelerin ahlak anlayışlarının birbirinden farklılık gösterdiği bir gerçektir, Hollanda’da belli miktar ve türde uyuşturucunun kullanımı serbest iken ülkemizde yasaktır, yine dünyanın bir çok ülkesinde, çocuk pornografisi dışında üretilen pornografik ürünlerin satışı belli kurallar dahilinde serbest iken ülkemizde yasaktır. Bunun nedeni ülkeler arasındaki ahlak anlayışının farklı olmasının bir göstergesidir."
Yani iddianameye göre dünyanın geri kalanının “mezhebi geniştir”, okuyabilirler. “Dünya edebiyatı” adı altında okullarda okutulan dersler bile aslında gereksizdir, zira “dünya edebiyatı” diye bir şey olamaz çünkü her ülkenin kendi ahlaki değerleri vardır. Hollanda’da uyuşturucu bile serbest olduğu için Burroughs oranın edebiyat tarihinde yer alabilir, fakat bizimkinde yer alamaz. Yahut yer alır da, sadece ismen yer alır, yazdıklarını okumamız doğru olmaz. Neden? Toplumumuzun ahlak yapısı Burroughs’a hiç uygun değildir. Bu yüzden de Muzır Kurul ve savcılık, uyuşturucuyu, pornografiyi yasaklamak gibi görür kitap yasaklamayı da. Onun gözünde her şey “ülkelerin ahlak yapıları”yla alakalıdır. Biz de savunmamızda bu “ahlak yapısı” iddiasına bir hatırlatma da yaparak yanıt verdik:
“… Çünkü yazdıkları tüm dünya tarafından belli bir politik ve sosyal arka plan dahilinde değerlendirilmekte, sadece kelimelere bakılarak “pornografik” damgası vurulmamaktadır. Metni yazarından, yazıldığı dönemden, bağlamından ve yazılış amacından kopardığımızda yaşadığımız olumsuz bir örneği tekrar hatırlatmak isteriz. Fransız şair Guillaume Apollinaire’in 1900’lerin başında yazdığı ve yine yayınevimiz tarafından yayınlanan Genç Bir Don Juan’ın maceraları adlı kitabı da yine aynı gerekçelerle soruşturmaya uğradığında “pornocu” değil “dünya kültür mirasının bir parçası olarak” görüldüğünden Avrupa Parlamentosu dahi “Türkiye’de Sansür” bağlamında soru önergesi vermişti, yine aynı yazarın ülkemizde toplatma cezası verilen bir kitabı hakkında Türkiye AİHM tarafından mahkum edilmişti.
Tüm bu yaklaşım farklılığını Savcılığın iddianamesinde olduğu gibi ülkelerin ahlak anlayışlarındaki farklılığa bağlayamayız. Bu söz konusu ülkelerin ahlaklarının bizden geniş olduğu anlamına da gelmez. Yalnızca yaklaşık 50 yıldır dünyanın hiçbir uygar ülkesinde yazılı metinlerde cinsel organların adları da dahil olmak üzere kitapların kelimeler üzerinden değerlendirilmediğinin göstergesidir. Tüm dünyada ülkemizde de olduğu gibi pornografi, çocuk pornografisi belirli yasalara bağlanmıştır. Ancak hem evrensel hukuk normlarına bağlayıcı sözleşmelerle bağlı olan ve kendisini çağdaş dünyanın bir parçası sayan hem de yazılı edebiyat eserlerinde “pornografik” sözcük avına çıkan, davalara konu eden, çocuklara zarar verici ürünler arasında edebiyat eserlerini de sayan tek ülke Türkiye’dir.”


Ülkelerin ahlak yapıları meselesini de geçtikten sonra iddianame yine çocukların elinin altında olursa bunlar maazallah vurgusuna geri dönüyor. Çünkü eşcinsel ilişki bir değil, beş değil, tam yirmi yerde geçiyor kitapta ve kitabın üzerinde hiçbir yaş sınırı ifadesi olmadığı da belirtiliyor. Buna cevaben de şöyle dedik:

“Yayınevimiz 20 yıldır yetişkinlere yönelik kitaplar yayınlamaktadır, sektörün bazı kuruluşlarında olduğu gibi çocuk ya da gençlik edebiyatına yönelik tek bir kitabımız dahi yoktur, yayınlarımız çocuklar, öğretmenleri ya da ebeveynleri tarafından takip edilmemektedir, dolayısıyla bir kitabımıza özel olarak yaş sınırı uyarısı koymamızın bir anlamı da yoktur. Söz konusu kitapları çocuklar tarafından görünür kılan, merak uyandıran bir şey varsa bu da medyaya konu olan davalardır. Kitaplarımız okul önü tezgahlarında, büfelerde, gazete bayilerinde, kırtasiyelerde değil seçkin kitapevlerinde niteliğine uygun olarak dünya edebiyatı raflarında sergilenmektedir; her yaştan çocuğun kolayca ulaşabileceği alanlarda değil.
Dolayısıyla burada söz konusu olan çocuklar değildir. Ancak sürekli genel ahlaka, ar ve haya duygularına vurgu yapılarak kitabın okuru olan yetişkinlere ahlaksız tanımlaması yapılmakta, yetişkinler cezalandırılmaya çalışılmaktadır. Hatta kitabın orijinal, İngilizce versiyonu kitabevlerinde ve internette özgürce satılabildiğinden yalnızca Türkçe bilen yetişkinler cezalandırılmak istenmektedir.”
Zira konu herkesin takdir ettiği gibi gerçekten çocuklar değildir. Sadece yasalar şu anda yalnızca bu maddeden cezalandırılmamıza imkan tanıyor. Zaten yalnızca işin içinden çıkılamadığı zamanlarda gelmiyor mu çocuklar akla, her türlü şiddeti ve pornografiyi bizzat aileden görseler de internet deyince de, kültür, sanat, kitap, mizah dergisi deyince de hemen “koruyalım” yalanına sığınılmıyor mu? Çatısını toplumun ahlak yapısından çatan ama cezayı çocukları koruma adına isteyen bir iddianame “biraz” komik olmuyor mu?  


Ama zaten edebi eserler de ahlak yapısı gözetilerek yayımlanmalıdır, edebiyat tarihi dersleri de ahlak yapılarına göre verilmelidir. Eğer özgürce ot içmek, porno izlemek ve Burroughs okumak istiyorsanız, Amsterdam’a bir yolculuk ayarlayın olsun bitsin. Eğer sadece Burroughs değil, Beat Kuşağı okumaları yapmak istiyorsanız daha uzun kalmanız önerilir. Çünkü Türkiye’de, kitaplıklarda ahlakımızdan başka bir şeye yeterince yer yok.


Edebiyat mı diyorsunuz? E o da boşuna “edep”ten gelmiyor ya?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder