22 Eylül 2011 Perşembe

"Georgia on My Mind"

1989'da bir polis memurunu öldürmekten hüküm giyen Troy Davis dün zehirli iğne ile idam edildi. Hakkında çelişkili ifadeler dışında somut bir delil bulunmayan, baştan beri masum olduğunu savunan Davis'in idamı uluslararası toplumun yaptığı kampanyalara ve Georgia'da gece boyu süren eylemlere rağmen durdurulamadı.

Amerika'nın özellikle güney eyaletleri halen yürürlükte olan idam cezası ile çok tartışılan kararlara imza atıyor. Dün Troy Davis'i idam eden Georgia eyaleti ise ırkçılık ve faşizm konusunda diğerlerinden hep bir adım önde. Bir dönem Ku Klux Klan'a da ev sahipliği de yapmış olan eyaletin tarihi kendi çocuklarına karşı gösterdiği düşmanca tavırlarla dolu.

1960'larda tüm dünyayı sallayan soul müziğinin öncülerinden Ray Charles'ın doğduğu topraklarda konser vermesine bile tahammül edemeyen ve sanatçıyı resmi olarak kovan Georgia, özellikle siyahlara karşı yapılan ayrımcılıklar karşısında hakların kazanıldığı dönemde, 1979'da Ray Charles'ı davet ederek özür dilemiş, Georgia On My Mind şarkısını resmi eyalet şarkısı olarak ilan etmiştir.

Troy Davis'in anısına Ray Charles söylüyor: "Georgia on My Mind"


11 Ağustos 2011 Perşembe

İsyan ve yağma ne işe yarar?

Britanya’daki İngiliz medyası çoktan polisle birlikte suçlu avına çıkmış, Türk medyası ise onlara katılan “kahraman Türkler”i övmekle meşgul. Peki isyan dalgası ile ilgili yazarlar ve aydınlar ne diyor? Londra’da bulunan Verso Books’un internet sitesinde Tamar Shlaim derlemiş:

Bugün muhtemelen defalarca duydunuz bu cümleyi: “Orası tıpkı 28 Gün Sonra’daki gibi.” Her otuz saniyede bir bir isyan dalgası daha oluyor. Başkenti bu denli yaralı bir hâlde çok az görmüştüm. Önce Doğu Ham gümbürdedi, sonra Whitechapel, sonra Ealing Broasway (sahiden mi?), sonra da Waltham Forest... Croydon, sonra Birmingham, sonra (şimdiye kadar sadece bir söylenti de olsa) Bradford... Britanya’nın banliyöleri kitlesel sivil itaatsizlikle dalga dalga patlıyor.

29 Temmuz 2011 Cuma

Otkas!

Pelin Temur Edebiyat Haber'e Goethe ve Çağı'nı yazdı.

Otkas! Meyerhold'un kullandığı bir terimdir bu. Bir hareket yasası. Ileri doğru bir hareket yapmak için önce onun tam tersi yönde, geriye doğru, bir hareket yapmanız gerekir. Mesela vurmak için elinizi önce ters yönde hareket ettirmek zorundasınızdır. Her ileri doğru hareket için önce geriye doğru hareket etmeniz gerekir. Basit ve müthiş!

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Çelik gerçekten böyle mi sertleşti?

Toplumun duygu ve düşüncelerinin bir takım kurumlar aracılığıyla şekillendirilmesi Muzır Kurul'un son dönemde yaptığı atakla tekrar gündeme geldi. Yeniymiş gibi lanse edilmeye çalışılan ve son dönem paranoyalarıyla birlikte (ve belki de yalnızca bu yüzden) "hassasiyet gösterilen" bu kararlar ve uygulamalar karşısında bireysel özgürlük tartışmalarının yapıldığı bugünlerde toplumsal özgürlüğün esas savunucuları (ya da olması gerekenleri) cephesinden konu hakkında hiç ses gelmemesini neye bağlayabiliriz? Gündemlerinin yoğunluğuna mı? "Ahlak" tartışmasında yıkmaya çalıştığı devlet ile hemen hemen aynı yerde duruşuna mı? Yoksa ideolojik mühendislik söz konusuysa her yol mübahtır noktasındaki sabıkalarına mı? İşçi, yoldaş ya da çocuk hepsi aynı koruma güdüsüyle yaklaşılan, biçimlendirilmesi ve zinhar kendi haline bırakılmaması gereken "hamur"lar değil mi? Nerede kaldı "tek tek her bireyin özgür gelişmesinin tüm herkesin özgür gelişmesinin koşulu olduğu bir topluluk" düşü? Hadi itiraf edelim hepimizin gönlünde aslan gibi bir Jdanov yatmıyor mu?

Edebiyatta "toplumsal gerçekçilik" olarak ifade edilen yaklaşım konuyla az çok ilgili bütün insanların hayatlarının bir döneminde varoldu. Özellikle 80 öncesi dönemde yeterince bozuma uğratılmadığı düşünülen yerler, hareketin, koşulların, halkın ve güçlerin durumu dayanak gösterilerek, yayıncılık-çeviri-çevirmen koşullarındaki sınırlılıkla da birleşip bize özgü ideolojik makaslarla bir kez daha elden geçti. Farklı yayınevlerinden çıkan aynı kitaplarda farklı fraksiyonların izdüşümlerini bulmak da mümkün. Ancak biz şimdi hikayenin başına yani anavatınına dönerek bu türün en keyifli ve ajitatif örneklerinden "Ve Çeliğe Su Verildi"nin tesadüfen ortaya çıkmış "gerçekliğine" dönelim. Yazıyı Mustafa Yılmaz'ın http://sarapdumanlari.wordpress.com adresindeki sitesinden kendisinin izniyle paylaşıyoruz yani ortada bir "çalmaca" yok, gerçi yazının sonundaki nottan da anlaşılacağı üzere bu camiada pek cezası olan bir günah değil çalmak ya da daha kibar ifade edersek intihal hatta esinlenme....

8 Temmuz 2011 Cuma

Devrimci Hayaller


Richard Stites, “Devrimci Hayaller”de Rus İmparatorluğu’nun son yıllarından Bolşevik Devrimi'ne evrilen toplumsal düş ve girişimleri yalnızca Marksizm ve onun Lenin tarafından yorumlanması ya da parti politikalarıyla ilişkilendiren genel kanıya itiraz ediyor. Marksizm'i devrimden ayırmıyor ancak devrim sürecindeki ütopyacılığın ve sosyal deneyin ruhsal ve toplumsal kökenlerinin Rus tarihindeki -halkın, entelijensiyanın ve devletin- ütopyacı geleneklerinin çarpışma ve birleşmelerinde olduğunu gösteriyor.


Kutlamalardan sembollere, bilim-kurgudan şehir planlamasına, gündelik yaşamdan edebiyat ve sanata alışılmadık alanlardan örnekleriyle, devrimcilerin hayallerini ve hayatlarını oluşturan olguların ayrıntılı bir dökümünü yaparak politik ve kültürel tarih arasındaki ayrımı ortadan kaldırmayı başaran “Devrimci Hayaller”de çok tanıdık bir şeyler göreceksiniz.


Yazarın ütopyacılık, sosyal hayal ve sosyal tasarım için söylediklerinin esinleyiciliğinin yanı sıra bazı bölümlerde döneme ilişkin çizdiği tablo -özellikle devlet, halk ve entelijansiyanın toplumsal durumlarının ve ütopyalarının resmi- kendi ülkemizin politik ve toplumsal tarihiyle okurun gözüne kolayca çarpacak benzerlikler içeriyor.

7 Temmuz 2011 Perşembe

Hani her ulusun ahlakı farklıydı sayın savcı?

McCarthy dönemi Amerikası. Allen Ginsberg'in Howl'ı (Uluma) Yumuşak Makine'nin yargılandığı gerekçelerin aynısı ile yargılanıyor. 2010 yapımı şiirle aynı ismi taşıyan "Howl" filminin sahnesinde avukat, "bilirkişi"ye eserin edebi olup olmadığını soruyor.

Duruşmadaki diyalog şöyle gelişiyor:

5 Temmuz 2011 Salı

Edebiyat edepten, Burroughs edepsizlikten gelir

Yarın, yani 6 Temmuz Çarşamba günü başlıyor yazarının ahlakının, yayıncısının ve hatta çevirmeninin yargılanacağı “Yumuşak Makine” davası. Hani şu Muzır Kurulun edebi eser olarak görmediği, anlatım bütünlüğü bile olmayan “mezkûr kitap”…


Hatırlarsanız “Cut-up Üçlemesi”nin ilk kitabı Yumuşak Makine tarafımızdan Ocak ayında yayımlandıktan sonra, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açılmıştı (şikayet üzerine değil, dikkat!) ve pek tabi ki Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu da bilirkişi raporunu hazırladı.  İşte tüm bu çalışmanın sonucu olarak yarın 09:30’da Sultanahmet Adliyesi 2. Asliye Ceza Duruşma Salonu’nda yargılanacak Burroughs ve Beat Kuşağı. Kitabın çevirmeni Süha Sertabiboğlu ve yayıncısı İrfan Sancı hakkında 3 yıla kadar hapis ve para cezası isteniyor.

30 Haziran 2011 Perşembe

Şirinler, Beat Kuşağı ve ergen dilli yeni muhalefet



“İstanbul'a gitme! Daha önce oraya gidenlerden de duymuştum bunu: Hiçülke... Pahalı, aşırı bir polis gözetimi - yabancılardan hoşlanmıyorlar, her şey için bir iznin olması gerekiyor.” 1957 yılında Ginsberg’e böyle anlatıyor Burroughs Hiçülke’yi. Bir de 1958 yılında çizilen Şirinler’in “komünist” olduğu iddia edilen şirin kasabası var. Bugünlerde ise herkes gibi gençliğimizi de bir Gargamel tedirginliği sardı…

28 Haziran 2011 Salı

Burroughs savunması ve şeytanın avukatlığı*

William Burroughs’un Yumuşak Makine’sine karşı açılan bu anlamsız dava ve gerekçe olarak gösterilen Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulunun raporu gündeme düştüğünden beri söylenebilecek pek çok şey söylendi aslında. En başta Sel Yayıncılık’ın açıklaması davanın muhteviyatına ilişkin yeterince şey söylüyordu zaten. Ancak tüm tepkilerin ardından ben yine de şeytanın avukatlığını yapmak gerektiğini düşünüyorum.

Çatlamış fanus*

Beyaz Türklerin prensi Ertuğrul Özkök’ün, Mısır’daki göstericilerin kılık kıyafetine bakıp onları aşağılayan köşe yazısını okuyarak kahkahalar atan kadın, Tony Gatlif’in filmlerindeki, hiçbir yere ve hiçbir şeye ait olmayan kadınları andırıyordu. Attığı o kahkahayı, cinsiyetçi, ırkçı, popülist tüm gazete yazılarına efekt olarak iliştirebilecek bir teknoloji olsaydı keşke. Bunu ona söylediğim zaman gülümseyerek “bir toplum nasıl değiştirilir, düşündün mü hiç?” diye sordu.

Antropolog ve edebiyatçı olarak, toplumun nasıl değiştiğine ve değiştirildiğine dair elbette bazı fikirlerim var. Hatta bu aralar Başak Kıcır çevirisiyle Sel Yayıncılık’tan çıkan Anthony Elliot ve Charles Lemert’in “Yeni Bireycilik” adlı kitabındaki bazı önemli saptamaları da paylaşabilirdim onunla. Ama fena halde başım ağrıyordu. Ağrı kesicilerin işe yaramadığı bu baş ağrısıyla yaşamaya alışsam da, şiddetlendiği zamanlarda sessizlik ilaç gibi geliyor. Kadın, sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi “Baş ağrısı mı? Hava almak için camı kırman gerek” dedi.

Özgünlüğün Politikası ve ana haber bülteni gibi düşünmek

Bu, yeni bir dilin, modern yaşamın deneyimlerinden ve gereksinimlerinden doğan bir dilin kitabı. Öyküsü, on sekizinci yüzyıl Paris’inde, modern bir toplum yapısının henüz yerleşmeye başladığı yer ve zamanda başlar. Sanayileşme henüz başlamamıştır ancak bu metropolün içinde dinamik bir ekonomi, akışkan, açık ve çoğulcu bir yaşam ortaya çıkmaktadır. Hem canlandırıcı hem de korkutucu olanaklarla dolu yepyeni bir dünya var olmak üzeredir. Bu paradoksal bir çağın başlangıcıdır; her zaman saklı kalan ya da bastırılan insan dürtüleri, enerjileri ve potansiyelleri ortaya çıkar, ancak insanın beceri ve yetilerinin gelişimine sistemli bir kendine yabancılaşma eşlik eder:

Elimizde tuttuğumuzu sandığımız nesne, izleyebileceğimizden çok daha büyük bir hızla elimizden uçtu; tam elimizde olduğunu sandığımız anda kendini dönüştürdü ve önümüze geçti. Artık içinde seyahat ettiğimiz ülkeyi tanıyamaz, hakkında bir şey düşünemez olduk. Önümüzde uzanan yol, giderek genişledi ve sonsuz biçimde uzadı. Bu yüzden, kendimizi, sona ulaşamadan yorduk; daha fazla zevk aldıkça, mutluluk da bizden o kadar fazla uzaklaştı. [Emile, Jean-Jacques Rousseau]