5 Haziran 2012 Salı

Modern şehir Auschwitz: Toplama kampı olarak gündelik hayat

Henri Lefebvre'nin Gündelik Hayatın Eleştirisi'nin birinci cildinden:

Almanya'daki toplama kampları üzerine ilk belgeler geldiğinde sert bir dehşeti gösterdiler: İnsan yakma kazanları, deli bakışlı canlı cenazeler, kemiklikler, devasa ceset yığınları. Röportajlar, fotoğraflar, sonra da filmler, bütün “nesnel” -ama toplama kampı dünyasının dışındaki- tanıklıklar bu ilk izlenimi güçlendirdi: Bizim deneyimimizin dışındaki, Batı uygarlığının ve bütün uygarlıkların dışındaki canavarlıklar ortadaydı.

O zamandan beri, hayatta kalanlar geri döndüler. İçlerinden bazıları gördüklerini ve hissettiklerini anlatmaya çabaladı. Zihinleri en berrak olanlar anılarını biraraya getirmekte, bir ipucu bulmakta, deneyimlerine belli bir birlik vermekte hissettikleri aşırı güçlüğü fark ettiler. Fiziksel tükeniş anılarını azalttı; ıstıraplar duyarlılıklarını köreltti; dehşete alıştıkça, dehşet onlar için sıradanlaştı.


 
Bilinçli tanıklar soruyu sormaktadır: “Neden?” Tatmin edici bir cevap bulamamaktadırlar. Toplama kampları yok etme kampları mıydı? Ama mahkûmları kitlesel olarak kurşuna dizmek daha basitti. Çalışma kampları mıydı? Ama iş verimliliği gülünç düzeydeydi... Öyle ki bu biricik deneyimin, bu savaşın en tuhaf, en devasa deneyiminin (çünkü 20-25 milyon kişi kamplara sürülmüştü) anlamı henüz açığa çıkmamış gibidir.


“Auschwitz kampı neydi?”

Kaba, nesnel olgular tüm anlamlarını kendi içlerinde taşımazlar. Tanıklar bunu hisseder. Onların anlatıları, geriye, akıl durgunluğuna, “nesnel” belgelerden kaçan şeyi yakalamak için duyarlılığı ve belleği öldüren sefalete geri dönme çabasının izlerini taşır. David Rousset,  toplama kampı evreni olarak adlandırdığı şeyi tanımlamaya çabalar:
“Buchenwald büyük bir mizahın, trajik bir soytarılığın işareti altında yaşar...” Toplama kampı evreni “bir başka dünyadır, insan düşüncesinin bocaladığı ve sonunda kendini yitirdiği canavarca bir evrendir; Kafka tarzında bir kâbus evrenidir; burada her şey amansız, katı, makul bir düşünceye göre düzenlenmiş gibidir; ama hangi düşünce? Çünkü buradaki her şeyin doğası bozulmuştur, insanlıkdışıdır, delice ve çılgındır...”
“Geceleyin insanlar beşer beşer toplanıyorlar. Her yer kar altında. Ana kapının ışıldakları, barbar ve güçlü boynuzlar gibi fırtınada böğürüyor. 45 bin mahkûm büyük meydana çıkıyor. Hiç şaşmadan, her gece. Yaşayanlar, hastalar ve ölüler. Sövgüler dudakları kemiriyor ve ana kapının tanrıları önünde susuyor. İronik ve soytarı orkestra afallamış bir halkın ağır tempolu marşının ritmini tutuyor. Ayrı bir dünya bu. Kamplardaki bu yoğun yaşamın kendi yasaları ve varlık nedenleri var. Bu toplama kampı halkı kendine özgü olan Paris'teki, Toulouse'daki, New-York'taki ya da Tiflis'teki bir insanın yaşamıyla pek az ortak yanı olan gerekçelerle karşılaşıyor. Ama bu toplama kampı evreninin var olması, sıradan insanların dünyasının anlamı için önemsiz değil.”

Çok kayda değer bir sav. Ama yazar, göründüğü kadarıyla, hissettiği ilişkiyi tanımlamakta oldukça güçlük çekiyor. Kamplar kesinlikle apayrı bir dünya olmuşsa, “kampların derinliği” kesinlikle biricik bir deneyim sunmuşsa, insan evreninin anlamına dair neyi ortaya koyabilirler? Rousset bir ilişki hissetmektedir ama bunu keşfedemez, çünkü belki biraz edebi ve idealleşmiş ayrı “dünya” mefhumuna bağlıdır (öyle gözükmektedir)!


Ama “toplama kampı evreni”nde doruğa ulaşan bu izlenimler, biz Parisli ya da Toulouseluların, New Yorklu ya da Tiflislilerin bilmediği bir şey midir? Bunlar tam da en sabit temelde, gündelik hayatın temellerinde bulunmuyor mu?

 
Bilinç berraklığıyla, çevremizdeki -en “modern” şehirlerimizdeki- toplumsal gizemi hissediyoruz. Neden bu? Neden şu? Alışkanlık, aşinalık merakları köreltiyor ve yatışma değil, rahatlatıcı bir ilgisizlik getiriyor. Devasa, saçma ve yine de korkunç biçimde akılcı bir gücün bizi alıp götürdüğünü defalarca hissetmedik mi? Bir fabrikada, idari bürolarda, bir mahkemede, kışlada, kısacası büyük bir şehirde, zalim bir mekanizma işler. İnsan Aklı gayriinsani, uzak, ürkütücü bir akıl olarak belirir: Bilimsel barbarlık. Kendi içimizde, Aklın adını andıkları için Akla bağlı kaldıklarını düşünen ve onu bir tanrıça gibi düşünüp ona yakaran alıklardan biri değilsek eğer, Akıl, yalnızca saçmalık duygusunu kışkırtmak ve genellikle cevapsız olan soruyu -“Neden?”- sormak için ortaya çıkar. Belirgin bir insani akıl irrasyonel bir gerçekliği kapsar; ama daha derinde, belirgin bir saçmalık gayriinsani bir Aklı örter. Nerede olur bu? Bizim etrafımızda; yalnızca köylerimizde değil “modern” şehirlerimizde de.

“Toplama kampı dünyası”nın tanıklarının hepsi (ya da hemen hemen hepsi) Kafka'nın tuhaf dünyasını hatırlıyor. Bizi aydınlatan referans. Kafka'nın “dünyası” olağandışı değildir, böyle olmak istemez, bir dünya olmak istemez; -yazara göre- titizlikle tarif edilmiş ve özünden kavranmış gündelik hayattır. “Şato”yu nasıl yorumlarız? Şatonun hakim olduğu köydeki bu gizli, kötü, titiz, tedirgin edici, K...'nın yazgısına hükmeden iktidar bürokrasinin iktidarı mıdır? Aklın iktidarı mıdır? Tanrı'nın inayetinin ya da takdiri ilahinin iktidarı mıdır? Bu yorumlar toplumsal gizemden teolojik gizeme ne kadar kolaylıkla geçildiğini gösterir! Bunlardan biri olmasının pek önemi yoktur. İşin özü, modern şehirlerde ve sanayi sitelerinde, “modern” insanın gündelik hayatının (ve özellikle Şato'daki K... gibi sıradan, mutsuz insanın, emekçinin yaşamının), çözümsüz çelişkilerin, bölünmez biçimde birleşmiş saçma ile Aklın bu çetin çelişkisinin trajik hakimiyeti altında olduğudur.

Ve işte Auschwitz, kapitalist şehir:

“III. Reich'ın yoğunlaşmış toplumsal imgesini temsil eden bu cangılda insani edep, nezaket, gülünç bir zaaf halini alırken, hayatta kalmak için hayvani mücadele, Almanya'yı yönetenleri emsal alan bir kamp “seçkini” yaratacaktı”
“Tabanda, çetin işlerde çalışan kölelerin büyük, monoton kitlesi. Tepede yöneticiler sınıfı: Mutlak erk sahibi, kitlenin yaşam ve ölüm hakkını elinde bulunduran memur mahkûmlar; iyi beslenen, iyi yerlerde yatıp kalkan, hatta sevişme hakkına bile sahip olanlar (SS'ler ve mahkûmlar).”
“Kampın maddi koşuları iyileşirse bundan yararlananlar üst tabakalar oluyordu: Bütün servete, kölelerin ganimetlerine sahip olanlar. Kadın işçiler ve tarım emekçileri aynı barakalarda yatmaya, çetin koşullarda çalışmaya, dövülmeye ve ölmeye devam ediyorlardı.”      

Toplama kamplarının başka anlamlarının olması, Hitler sadizmini tatmin etmesi, milyonlarca potansiyel rehine toplaması, vb. mümkündür. Ama egemen, temel anlam şu olmalıdır: Faşizm, kapitalizmin uç örneğidir ve toplama kampı da aşırı ve doruk biçimidir, modern sitenin, sanayi şehrinin sınır örneğidir.

Bizim şehirlerimiz ile toplama kampı arasında çok sayıda ara halka olabilir: Maden işçilerinin mahallesi, işçiler için geçici köy barakaları, sömürgelerden gelen emekçilerin köyleri... İlişki az değildir!

Henri Lefebvre -Gündelik Hayatın Eleştirisi
Bizim gündelik hayatımızın, en bayağı gündelik hayatın özü, en karanlık trajiğin deneyiminde -istisnai görünümde, saçmanın doruğunda, insan ile henüz gayriinsani olan bir Akıl arasındaki en patetik çatışmada- ortaya çıkar. Etraflarına bakmayı bilmeyenler bunu anlayacak mıdır? Toplama kamplarının vahşi ışığı altında şehirleri ve “modern” yaşamı anlayabilecekler midir? Ve insanın ve Aklın olasılıklarının hangi canavarca gerçekliklere dönüştüğünü anlayabilecekler midir?...

Gündelik hayatın incelenmesi, bu “insan malzemesi”ni kendi konusu yapar. Onu kendi içinde ve desteklediği farklılaşmış, yüksek biçimlerle ilişkisi içinde inceler. Böylece, bilincin “toplam içeriği”ni kavramaya katkıda bulunur; bütünün, bütünselliğin kavranmasına yönelik çabaya, bütünsel insanın gerçekleşmesine katkısı bu olacaktır.



*****

Yayıncı notu: Türkiye'de yalnızca 2012 Nisan ayında iş "kaza"larında ölen işçi sayısı: 87

1 yorum:

  1. Jungle ve pathetic gibi terimleri Turkcelestirilmeyip Ingilizceleriyle kullanilmasi ilginc geldi...

    YanıtlaSil